Bir Kopuşun Anatomisi: Hindistan, Pakistan ve Taliban Arasında Değişen Güç Mimarisi

Wait 5 sec.

Pakistan’ın 1990’larda Afganistan’ı Hindistan’a karşı bir “arka cephe” olarak kurgulayan stratejik derinlik anlayışı çerçevesinde desteklediği Taliban’ın bugün Hindistan’la bu kadar görünür temas kurması ve Pakistan’dan hızla uzaklaşması, bölgeyi yakından izleyen analistlerin bile beklediğinden daha erken bir kırılma yarattı. O dönemde Taliban, Pakistan’ın Afganistan’daki nüfuzunu genişleten bir araç olarak görülüyordu; Hindistan ise Taliban merkezli bu denklemin dışında kalıyordu. Bugün ise manzara önemli ölçüde değişmiş durumda. Hindistan, Kabil’de yeniden büyükelçilik açan, Taliban tarafından zaman zaman olumlu biçimde anılan ve Afganistan’daki gelişmelere sessiz şekilde etki etmeye çalışan bir aktöre dönüştü. Afganistan Dışişleri Bakanı da geçtiğimiz ay Yeni Delhi’yi ziyaret etti. Pakistan ise hem sınır hattında yaşanan çatışmalarla hem de devlete karşı silahlı mücadele yürüten Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) gibi örgütlerin artan saldırılarıyla yıpranan; Afganistan dosyasında hem sahadaki kontrolü hem de Taliban’la ilişkilerini yönetmekte zorlanan bir aktör hâline geldi. Taliban’ın Hindistan’daki saldırılar için yayımladığı taziye mesajları gibi sembolik jestler, iki taraf arasındaki ilişkinin yön değiştirdiğini gösteren dikkat çekici işaretler olarak karşımıza çıkıyor.Hindistan’ın Afganistan Stratejisinin Evrimi: Taliban’sız Yatırımdan Taliban’la Pragmatik AngajmanaHindistan’ın Afganistan’a bakışı, son otuz yılda yalnızca Pakistan’ın etkisini sınırlamaya çalışan dar bir güvenlik refleksiyle açıklanamaz. Yeni Delhi, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte Afganistan’ı hem Orta Asya’ya açılan bir hat hem de Pakistan’ı by-pass eden ticaret ve enerji bağlantıları için stratejik bir alan olarak gördü. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Kuzey İttifakı ile kurduğu temas, Hindistan’a Taliban karşıtı güçlerle sınırlı ama istikrarlı bir diplomatik dayanak sağladı. Taliban’a mesafesi ise, onları Pakistan’ın nüfuz aracı olarak görmesinden ve Afganistan’daki radikal grupların Keşmir bağlantısına dair güvenlik kaygılarından kaynaklanıyordu. Bu nedenle Yeni Delhi, 1990’larda Taliban’ı bölgesel dengeyi bozma potansiyeli taşıyan bir unsur olarak değerlendirerek mesafesini korudu.2001–2021 dönemi, Hindistan’ın Afganistan’da devlet inşasına (state-building) yatırım yaptığı süreç oldu. Yeni Delhi, 3 milyar doları aşan kalkınma projeleriyle yollar, barajlar, hastaneler ve Afgan Parlamentosu binası gibi sembolik yapılar inşa etti; Afgan güvenlik güçlerine eğitim ve sınırlı ekipman desteği sağladı. Sağlık hizmetleri, burs programları ve uzun vadeli kalkınma yardımları, Afgan toplumunda Hindistan’a yönelik olumlu algıyı istikrarlı biçimde güçlendirdi. Güncel olarak Hindistan yeni yardım paketleri açıkladı ve Taliban bunları kabul etti.Bu algı Taliban’ın yeniden iktidara geldiği dönemde bile büyük ölçüde korundu. Hindistan bu yirmi yılda Taliban’la doğrudan angaje olmadı; ancak Afgan halkındaki bu olumlu karşılığın, iktidarda kim olursa olsun kendisine bir etki alanı sağlayacağını görerek sahadaki varlığını sürdürdü.2010’lar, Hindistan’ın Afganistan dosyasında daha pragmatik bir çizgiye yöneldiği bir dönem oldu. 2010-2015 arasında Hindistan’ın güvenlik çevrelerinde Taliban’ın tamamen tasfiye edilemeyeceği ve Afganistan siyasetinde kalıcı bir aktör olarak varlığını sürdüreceği fikri güçlendi; 2016-2019 arasında ABD’nin Afganistan’dan çekileceğine dair işaretler bu kanaati kesinleştirdi. Modi hükümetinin 2014 sonrası benimsediği daha proaktif bölgesel politika, Hindistan’ın Taliban’la kuracağı dolaylı temaslara alan açtı.Hindistan, Doha sürecinin resmî bir tarafı değildi; ancak Doha görüşmeleri, Taliban’la doğrudan masaya oturmadan da temas kurulabileceği bir atmosfer yarattı. Asıl temaslar ise İran ve Rusya üzerinden ilerleyen kanallar ile Pakistan’a mesafeli Taliban kadrolarının yarattığı açıklık sayesinde yürüdü. RAW (Hindistan dış istihbaratı), 2016’dan itibaren Taliban’ın bazı temsilcileriyle düşük yoğunluklu arka kanal görüşmeleri yaptı ve bu temasları resmî diplomatik ilişkiye dönüştürmeden dikkatle sürdürdü.Bu nedenle Hindistan-Taliban yakınlaşması, ani bir yön değişikliği değil; yıllara yayılan, ihtiyatla yürütülen ve bölgesel dengelerdeki kırılmaların etkisiyle hız kazanan bir uyum süreci olarak değerlendirilmelidir.Pakistan-Taliban Kopuşunun Arka Planı: TTP, Durand Hattı ve Egemenlik KriziPakistan ile Taliban arasındaki kopuş, yalnızca son iki yılın güvenlik krizleriyle açıklanacak bir mesele değil; 2007’de Tehrik-i Taliban Pakistan’ın (TTP) ortaya çıkmasıyla başlayan ve 2010’larda daha da keskinleşen bir dizi yapısal kırılmanın sonucu. Bu zemini oluşturan ilk unsur, Tehrik-i Taliban Pakistan’ın (TTP) yürüttüğü saldırılardı. TTP, ideolojik olarak Afgan Talibanı’yla benzer bir çizgide dursa da Pakistan devletini hedef alan bir örgüt olarak öne çıkıyordu. Bu tehdidi ulusal güvenliğine yönelmiş bir saldırı olarak gören Pakistan, Afgan Talibanı’ndan TTP’nin sığınaklarını kapatmasını, kadrolarını teslim etmesini veya en azından sınır dışı etmesini bekledi. Taliban ise bu taleplere stratejik bir isteksizlikle yaklaştı. Bu isteksizliğin arkasında Peştun tabanın tepkisi, örgüt içi dengelerin bozulma riski ve radikal unsurların kontrolsüzleşme ihtimali kadar, Pakistan’a bağımlı görünmek istemeyen bir siyasal refleks ve TTP’yi İslamabad karşısında elinde tuttuğu bir baskı aracı olarak görme eğilimi de bulunuyordu.İkinci unsur, Durand Hattı çevresinde biriken gerilim oldu. Pakistan, Durand Hattı’nın uluslararası tanınırlığı olan bir sınır olduğunu savunuyor. Taliban ise bu hattı, Afgan topraklarını bölen kolonyal bir miras olarak görerek resmen tanımaktan kaçınıyor. Son yıllarda sınırda yaşanan dikenli tel çekme girişimleri, kontrol noktası krizleri, topçu atışları ve can kayıpları, bu meselenin artık yalnızca teknik bir sınır ihtilafı değil; kimlik ve egemenlik algılarıyla iç içe geçen bir konu hâline geldiğini gösteriyor.Üçüncü unsur ise egemenlik krizinin bizzat kendisidir. Taliban, Pakistan’ın TTP hedeflerini vurma amacıyla Afgan topraklarına düzenlediği hava saldırılarını doğrudan bir egemenlik ihlali olarak nitelendirdi. Taliban, Pakistan’ı giderek “baskıcı” ve Afganistan’ın iç işlerine müdahale eden bir komşu olarak resmetmeye başladı. Bazı çevrelerde Pakistan’ın geçmiş dönemde ABD ile yürüttüğü güvenlik işbirliği de bu eleştirilerin parçası hâline geldi. Pakistan tarafında ise yıllar boyunca Taliban’a verilen desteğin, bugün TTP tehdidi ve sınır çatışmaları olarak geri döndüğü yönündeki değerlendirmeler ağırlık kazandı. Bu değerlendirmeler, “Afganistan dosyasında kontrolü kaybettik” duygusunun hem kamuoyunda hem güvenlik çevrelerinde daha sık dile getirilmesine yol açıyor.Bu üç unsur birleştiğinde Pakistan-Taliban ilişkisinin taktiksel bir pazarlığı aşarak kalıcı bir stratejik güvensizlik düzeyine oturduğu görülüyor. Dolayısıyla mevcut koşullarda, 1990’ların vekâlet ilişkisine benzer bir modele dönüş ihtimali gerçekçi değildir.III. 2021 Sonrası Hindistan-Taliban Yakınlaşması: Zorunlu Pragmatizm2021’de Taliban yönetiminin yeniden kurulması, Afganistan’daki güç denkleminde yalnızca ideolojik değil, bölgesel ölçekte bir jeopolitik kayma doğurdu. Pakistan, uzun yıllar boyunca Taliban’ı kendi stratejik hesaplarının doğal uzantısı olarak görmüştü; fakat Taliban’ın sahadaki öncelikleri ile Pakistan’ın beklentileri arasındaki makas giderek açıldı. Bu makasın genişlemesi, Taliban’ı hem ekonomik destek hem de diplomatik meşruiyet arayışında daha geniş bir coğrafyaya yönelmeye zorladı. Hindistan’la temasların ivme kazanması tam da bu zorunluluğun ürünüdür.Taliban açısından bu yakınlaşma üç temel motivasyona dayanıyor. İlk motivasyon, Pakistan’a bağımlılığın askerî ve siyasi maliyetinin artmasıdır. Pakistan’ın TTP üzerinden yaşadığı güvenlik krizi, Taliban’ın üzerindeki baskıyı artırarak “tek dayanaklı ilişki” modelini sürdürülemez hâle getirdi. İkinci motivasyon, Taliban’ın Çin’e tam bağımlı bir dış politika yürütmek istememesidir. Taliban, Çin’in yatırımlarına ihtiyaç duysa da, dış politikasını yalnızca Pekin’e yaslayan bir çizginin hem ekonomik hem siyasi riskler taşıdığını görüyor. Üçüncü motivasyon ise meşruiyet arayışıdır. Taliban, uluslararası toplumla ilişkilerini çeşitlendirmek ve ambargo baskılarını azaltmak için Hindistan gibi bölgesel ağırlığı olan aktörlerle görünür temas kurmanın değerini fark etmiş durumda.Hindistan açısından da bu temasın rasyonel bir zemini var. Yeni Delhi, Afganistan topraklarından Hindistan’a veya Keşmir’e yönelen saldırı riskini minimuma indirmek istiyor. Hindistan aynı zamanda Çabahar hattı üzerinden Orta Asya’ya uzanan koridorlarını korumak ve Afganistan’ı tamamen Pakistan-Çin eksenine bırakmamak istiyor. Bu nedenle Delhi, Kabil’deki diplomatik misyonunu yeniden açtı ve Taliban’ın verdiği sembolik mesajları dikkatle değerlendirmeye başladı.Taraflar birbirine temkinli yaklaşsa da, bugünkü yakınlaşma bir ittifak görüntüsü taşımıyor. Bu ilişki, çakışan çıkarların oluşturduğu dar fakat işlevsel bir ortak zemin üzerine kurulu. Yine de bu dar zemin bile, Pakistan’ın geleneksel bölgesel stratejisinin kökten sorgulanmasına yol açacak kadar büyük bir değişimi temsil ediyor.2025 Eşiğinde Yeni Güç Dengesi: Pakistan’ın Stratejik Açığı ve Bölgesel SonuçlarBugün gelinen noktada Pakistan, yaklaşık otuz yıl boyunca Afganistan üzerinden kurmaya çalıştığı stratejik derinlik politikasının beklediği sonucu üretmediği ve büyük ölçüde sürdürülemez hâle geldiği bir tabloyla karşı karşıya. Afganistan, Pakistan için güvenli bir “arka cephe” işlevi görmek yerine, sınır çatışmaları, TTP sığınakları ve Taliban’ın öngörülemeyen hamleleri üzerinden istikrarsızlık üreten bir çevre tehdidine dönüştü. Ülke, doğuda Hindistan’ın bölgesel ölçekte artan diplomatik ve ekonomik ağırlığıyla, batıda ise Taliban yönetimindeki Afganistan ve TTP kaynaklı güvenlik baskısıyla karşı karşıya kalarak sıkışmış bir jeopolitik konuma itildi. Ekonomik kırılganlığın derinleşmesi ve hem Çin’e hem de Körfez ülkelerine artan mali bağımlılık, Pakistan’ın dış politikasını risk almaktan çok hasarı sınırlamaya odaklanan daha savunmacı bir çizgiye yöneltti.Hindistan açısından ortaya çıkan tablo, dikkatle yönetilmesi gereken bir fırsat penceresi sunuyor. Yeni Delhi, Afganistan dosyasını yalnızca Pakistan’ın bölgesel etkisini sınırlamak için değil; Çin’in maden yatırımları, güvenlik işbirliği girişimleri ve Çin–Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (CPEC) Afganistan’a doğru genişleyen etkisini dengelemek için de kullanıyor. Hindistan’ın bu çerçevede üç temel çıkarı bulunuyor: Keşmir’e uzanan militan rotalarını kontrol etmek, Orta Asya’ya erişim sağlayan hatların istikrarını korumak ve Pakistan’ın uzun yıllardır sürdürdüğü stratejik derinlik anlayışını etkisizleştirmek. Bu nedenle Hindistan, Taliban’la kurduğu temaslarda resmî güvenlik garantilerinden çok sahadaki fiilî davranışları izlemeye dayanan bir risk yönetimi yaklaşımı benimsiyor. Bu yaklaşımın iki temel koşulu var: Taliban’ın Hindistan karşıtı örgütlere alan açmaması ve Pakistan’ın Afganistan üzerindeki nüfuzunun zayıflamaya devam etmesi. Keşmir’e yönelik büyük bir saldırı ihtimali ise, faili Taliban olmasa bile, Hindistan’ın bu temkinli angajmanını sona erdirecek “kırmızı çizgi” olarak karşımıza çıkıyor.Taliban, 2021 sonrası dönemde dış politikasını tek bir hatta yaslamayan çoğulcu bir angajman arayışıyla (multi-vector engagement) yürütmeye çalışıyor. Pakistan’la yaşanan kalıcı güven kaybına rağmen mutlak bir kopuşa gitmeyen Taliban; Hindistan, Çin, Rusya ve Körfez ülkeleriyle farklı düzeylerde temas kurarak kendine daha geniş bir manevra alanı açmayı hedefliyor. Bu angajmanın arka planında Taliban’ın iç fraksiyonları belirleyici bir rol oynuyor. Kandahar merkezli yapı, Doha ekibi ve Hakkani ağı dış politika konusunda kimi zaman aynı öncelikleri taşımıyor ve bu ayrışma karar alma süreçlerini zorlaştırıyor. Çin’le kurulan temaslarda ekonomik beklentilerin yanında güvenlik başlığı da öne çıkıyor; Pekin’in Taliban’dan Doğu Türkistan İslami Hareketi (ETIM) konusunda beklediği güvenceler, taraflar arasındaki ilişkilerin ana gündem maddelerinden biri. Körfez ülkeleriyle ilişkilerde ise belirgin bir farklılaşma söz konusu: Katar, Taliban’ın başlıca diplomatik kanalını oluştururken; BAE bazı fraksiyonlarla daha yakın temas kuruyor, Suudi Arabistan ise daha mesafeli bir çizgi izliyor. Bu çok yönlü dış politika arayışı, Taliban’ın hem iç siyasi dengelerini hem de sahadaki militan ağlarla ilişkilerini zorlayan bir sınav niteliği taşıyor.Gelinen noktada Afganistan merkezli güç dengesi, artık yalnızca Pakistan–Taliban hattıyla açıklanamayacak kadar geniş bir jeopolitik alana yayılmış durumda. Hindistan’ın sahaya girmesi Pakistan’ın manevra alanını daraltırken, Çin’in maden yatırımları, güvenlik temasları ve Kuşak-Yol girişimi (Belt and Road Initiative) üzerinden Afganistan’a yerleşme çabaları denklemi daha da karmaşıklaştırıyor. Bu tablo, Taliban’ı hem dış ilişkilerde hem de kendi iç yapısında daha incelik bir denge kurmaya zorluyor. Hakkani ağı Hindistan’la temasa daha sıcak bakarken; Kandahar merkezli yapı bu angajmana daha temkinli yaklaşıyor. Pakistan ordusunun Taliban üzerindeki artan baskısı ise, Taliban’ın Hindistan’la kurduğu sınırlı temasları hızlandıran bir başka etken olarak öne çıkıyor. Bu nedenle bugünkü güç dengesi, basit bir üçlü rekabet değil; Hindistan, Pakistan, Taliban ve Çin arasında giderek daha karmaşık hâle gelen çok katmanlı bir denge arayışı niteliği taşıyor.Türkiye Açısından Kısa Değerlendirme ve SonuçTürkiye, Pakistan–Afganistan hattında 2025 boyunca tırmanan sınır gerilimlerinin ardından Katar’la birlikte üstlendiği arabuluculuk rolü sayesinde müzakerelerde kısa süreli de olsa görünür bir aktör hâline geldi; ancak Kasım ayı başında sürecin tıkanmasıyla bu etkisi sınırlı kaldı. Bu rol, Türkiye’nin bir yandan Pakistan’la sahip olduğu yakın siyasi ve askerî ilişkilere, diğer yandan Taliban yönetimiyle resmî tanıma yoluna gitmeden sürdürebildiği açık temas kanallarına dayanıyordu. Ankara bu iki hattı aynı anda koruyabildiği için Doha’daki ateşkes görüşmelerinde ve İstanbul’da yürütülen devam turlarında kısmi bir kolaylaştırıcı pozisyonu elde etse de söz konusu çıkmaz, bu çabanın kapsamını daraltarak süreci fiilen askıya aldı.Bununla birlikte Türkiye’nin konumu, bölgenin tamamına yayılan bir “güvenlik mimarisi”ni şekillendirmekten çok, Pakistan-Afganistan arasındaki kriz yönetimine yönelen daha sınırlı bir rol niteliği taşıyor. Ankara, taraflar arasındaki diyalog kanallarını açık tutarak sürecin devam etmesini sağlamaya çalışsa da, müzakerelerin sonuç üretme kapasitesinin sınırlı olduğu ve tarafların zaman zaman birbirini suçladığı bir ortamda hareket ediyor. Bu nedenle Türkiye’nin elde ettiği pozisyon, kısa vadeli bir çözüm üretmekten çok, çatışmanın kontrol altında tutulmasına ve yeniden tırmanmasının engellenmesine hizmet eden bir arabuluculuk çerçevesi olarak değerlendirilmeli.Türkiye’nin bu dosyadaki konumu, artık yalnızca Pakistan-Taliban hattını izleyerek politika üretmesine izin vermiyor. Hindistan’ın sahaya yeniden girmesi ve Taliban’la temkinli bir angajman kurması, Afganistan meselesini üç taraflı bir denge olmaktan çıkarıp, Çin’in artan varlığıyla birlikte dört aktörlü bir rekabet alanına dönüştürdü. Bu nedenle Türkiye’nin Afganistan kaynaklı gelişmeleri değerlendirirken Hindistan’ın güvenlik kaygılarını, Çin’in maden ve koridor projelerini ve Pakistan’ın bu iki aktöre karşı giderek artan hassasiyetini birlikte ele alması gerekiyor. Pakistan’ın yaşadığı stratejik açığın ve TTP kaynaklı iç baskının ilerleyen dönemde Ankara-İslamabad ilişkilerini daha karmaşık bir zemine çekme ihtimali de göz ardı edilmemeli. Bu tablo, Türkiye’nin hem Pakistan’la kurduğu yakın hattı hem de Hindistan ve Çin gibi bölgesel ağırlığı olan aktörlerle geliştirmeye çalıştığı ilişkileri aynı anda yönetmesini zorunlu kılıyor.Hindistan ile Taliban arasındaki yakınlaşma, Taliban’ı eski dönemin “vekâlet aracı” kalıplarına sıkıştıran açıklamaların ötesine geçen, çok katmanlı ve karşılıklı çıkar hesabına dayanan bir süreci işaret ediyor. Bölgedeki nükleer denge, militan ağların hareketliliği ve hem Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) hem de Çabahar hattı çevresinde şekillenen enerji-ticaret koridorları birlikte ele alındığında, Afganistan çevresindeki dengelerde yapılan görece küçük ayarlamaların bile daha geniş bir jeopolitik çerçeveye yansıdığı görülüyor. Türkiye’nin bu tablo içinde hangi konumu alacağı ise, Pakistan, Hindistan, Taliban ve Çin arasındaki güç ilişkilerini ne kadar sağlıklı okuyabildiğine ve bu aktörlerle aynı anda temas kurabilen az sayıdaki bölgesel güçten biri olma kapasitesini ne ölçüde sürdürebildiğine bağlı olacaktır.